Hanna Kate Andre Hufflepuff 1. Sınıf
Mesaj Sayısı : 1 Tarafı : Bu tür saçmalıklara gerke yok bence ^^ Kan Durumu : Safkan Evcil Hayvan : Nyx adında kargam var ^^ Galleon : 55028 Kayıt tarihi : 18/04/09
Bilgilerim Sağlık: (100/100) Güç: (100/100) Seviye: (100/100)
| Konu: Hanna Andre Paz Nis. 19 2009, 00:15 | |
| Karakterin; Adı ve Soyadı: Hanna Kate Andre Rp Deneyimi: 3 yıl civarı
Sorular
I. Hogwarts'ta seçmeli olarak girebileceğin tek bir ders ve önünde dört tane seçeneğin var. Bunlar; Sihir Tarihi, KsKs, SYB ve İksir'dir. Hangisini seçerdin? Neden?
~ İksir olurdu. Çünkü iksirlerle uğraşıp yeni şeyler yaratmak çok zevkli bir şey.
II. Yılsonu sınavında yakın arkadaşlarından biri kopya çekti ve şans eseri profesöre yakalanmadı. Büyük ihtimalle çektiği soru iyi bir puan almasını sağlıyacak ve belki de seni geçecek. Kopya çektiğini profesöre söyler miydin? Neden?
~ Neden söyleyeyim ki? Bir soruyla önüme geçebilir ama benimde o sınavı kaybetme gibi bir durumum söz konusu olamaz.
III. Bir çatışmanın ortasındasın. Yanında seninle birlikte savaşan arkadaşın yenilmek üzere. Onu kurtarmak için bir şansın var. Ama onu kurtarırsan sen kesinlikle yaralanıcaksın. Bu durumda ne yapardın?
~ İyi bir taktikle onu kurtarmaya çalışırım. Ben yaralanırsam yaralanıyım, arkadaşım ölebilir; onun hayatı bana bağlı ve sonunda benim acı çekmem söz konusu.
IV. Arkadaşınla bir oyun oynuyorsun ve seyirci yok (Örneğin; Satranç). Sıra sende ve oyunu kaybediyorsun. Arkadaşının bir an dikkati dağılıyor ve gözünü başka yöne çeviriyor. Hile yaparak oyunu kendi yönüne çevirir miydin? Neden?
~ Hayır çevirmem. Çünkü satranç zeka oyunudur ve bu oyunu oynamayı biliyorsam eğer nasıl olsa oyunu çevirebilirim.
Örnek Rp;
- Spoiler:
Onu bekleyen koca bir güne “merhaba” dercesine açmıştı gözlerini. Her zaman ki canlılığıyla parıldayan güneş başucunda ki pencereden içeri sızıyordu. Her ne kadar gözlerini kamaştırsa da gün ışığının keyfini çıkartarak sıcacık yatağında yatmaya devam etti. Dün geceden beri aklının en ücra köşesine kazınmış olan ve beynini kemiren tek bir kelime vardı; Okul... Ardı ardına gelen dersler, yabancı bir ortam ve yalnızlık olgusu. Bütün bu problemler –başkalarına göre geçici ve basit nedenler olsa da – onun hayatını berbat etmeye yetiyordu. Hiç görmediği ve ona yabancı gelen dersleri görecek olmasını, bu zamana kadar hayatında hiç yabancı ortama girmeyen biri olarak şimdi zorunluluktan dolayı girmiş olmasını kendi bile garipsiyordu. Oysa ki onlara verilecek dersler güçleriyle ilişkili derslerdi. Aslında derslerin çoğu uygulamalıydı, ona göre uygulamalar dersi daha cazip hale getiriyordu. Bu yüzden elinden geldiğince derslerden zevk amayı öğrenmeliydi. Kötü düşünceler ona karşı cephe almışçasına ardı ardına sıralanıyordu beyninde. O her ne kadar zevk almak istese de bunu tek başına gerçekleştireceğini tahmin etmiyordu. En azından tek bir arkadaş… Derslerde birkaç kişiyle tanışıp selamlaşsa da, yakınlığı hiçbiriyle bir *selam*dan öteye gitmemişti. Zaten gitmesini beklemesi de aptalcaydı.Bu okulda onun gibi sürüyle yeni öğrenci vardı ve yalnız olan sadece o değildi. Bunu düşününce yüzünde hafif bir tebessüm ifadesi belirmişti. Okulun sıkıcı olduğunu kabul edebilirdi, evet ama onu neden eğlenceli hale dönüştürmesin ki? Hem de ailesinden uzakta, bağımsızken…
Yavaşça gerindi. Günün ilk dersinin planını yapıyordu ki, düşünceleri komodinin üstünden gelen saatin sesiyle bir sis bulutu gibi dağıldı. Oldu olası saat sesinden nefret etmişti fakat ablası yerine her zaman saati tercih ederdi. Her sabah aynı monotonlukla onun yüzünü görmek yerine, saatin kulak tırmalayıcı sesi çok daha cazip geliyordu. Saat birkaç kez daha üst üste çalınca yataktan fırladı. Eğer biraz daha oyalanırsa derse geç kalabilirdi. Gözü komodinin üzerinde ki saate ilişti. Saat yedi buçuğa birkaç dakika olduğunu gösteriyordu. Bu da derse hemen hemen bir buçuk saat kaldığını haber veriyordu. Kahvaltıya inmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu. Çünkü kahvaltıya inse kahvaltısını yapmak en az bir saatini alırdı ve seri olmasını gerektirecekti. Hem derse geç kalmayı da istemiyordu. Dersliğe erken gidip etrafa bir göz atsa fena mı olurdu ve böylece belki de arkadaş edinmiş olurdu.
Yalın ayakla buz gibi zemine bastı. Zeminin soğukluğunu tüm vücudunda hissedebiliyordu. Doğru direkt yünü yıkamıştı. Soğuk suyun yüzüne çarptığında vücudunda hissettiği titremeyle kendine geldi. Şimdi ise ilgisizce aynada ki görüntüsüne bakıyordu. Gardırobunun hemen yanındaki ayna o kadar eskiydi ki gümüşleri dökülmeye başlamıştı artık. Lekeli görüntüye rağmen kendi yüzüyle ilgili değişiklerin farkına varıyordu. Gözlerinin altı çökmüş, suratı daha bir zayıflamış ve elmacık kemikleri hafif belirginleşmişti. Kendine baktığı söylenemezdi, ama bu kadar da bakımsız olamazdı. Şifonyerin üzerinde ki tarağı aldı ve birkaç hamleyle saçını fırçaladı. Kendini iyi hissetmeye çalışarak aynada ki görüntüne gülümsedi. Evet, bu kendine güvenini arttırıyordu. Daha sonra dikkatini yeniden aynaya yoğunlaştırmaktan kaçınmaya çalışarak gardırobuna doru yöneldi. Dolaptan rahat olmasını sağlayacak birkaç kıyafet denedi ve sonunda siyah bir t-shirt ve kot pantolonda karar kıldı. T-shirt’ünün içinde kalan saçlarını el yardımıyla dışarıya çıkardıktan sonra yatağının yanında ki komodinin üzerinde duran ders kitabını çantasına tıktı ve artık gitmeye hazırdı.
İçeri girdiğinde göz ucuyla sınıfı taradı. Henüz erken olmasına rağmen sınıf neredeyse dolmak üzereydi. Herkes birer ikişer sıraları dolduruyordu. Hanna ise hala kapının yanında durmuş yaşıtlarının yerlerini almalarını bekliyordu. İlerledikçe gitgide daha da basıncın etkisini gösterdiği sınıfa baktı. Tanrım, ne kadar da boğucu bir yer ! Hava almak istercesine pencere kenarına doğru yöneldi. Arka sıralar neredeyse tamamiyle dolmuştu. Zaten hiçbir zaman burnu havada tipler gibi en arka sıraya geçip, bütün ders boyunca surat asıp uflayıp puflayan tiplere özenmemişti. Orta sıralardan –cam kenarında ki- birine geçip oturdu. O yerleşip oturana kadar sınıf neredeyse tamamiyle dolmuştu. Profesörün geldiğini bildiren kapı sesiyle bakışlarını karşıda duran ve öğrencilerine gülümseyen kadına çevirdi. Sarışın,orta boylu,bakımlı bir kadındı bu. Beraberince gelen sessizliği yine kendisi bozmuştu, onları selamlayarak… Ardından kendini tanıttıktan sonra, sözü öğrencilere vermişti. Sırayla birer birer kalkıp kendilerini tanıtacaklardı.Öğrenciler bir kalkıp bir otururken o sadece onları dikkatli ama bir o kadar da anlamsız bakışlarla izlemekle yetindi. Sıra Hanna'ya geldiğinde hafifçe ayağa kalkıp doğruldu. Her zaman yüzüne kondurduğu gülücüklerden eser yoktu. Toplum içinde konuşmaktan her zaman rahatsız olmuştu, tıpkı şimdi olduğu gibi… Karnındaki kelebeklerin uçuşması hissiyle dudaklarından anlaşılması güç iki kelime dökülmüştü, “Hanna Andre” Bu adını tamamlayan iki kelime bir bebeğin inlemesi gibi çıkmıştı ağzından. Daha sonra bir şeylerin ters gitiğinin farkına vararak, durumu toparlamak istercesine, kedinden emin bir şekilde konuştu. ” Adım Hanna Kate Andre. Ama daha çok Hanna'yı tercih ederim.” Profesörün yüzünde ki gülümseme onun rahatça yerine oturmasını sağladı. Gözlerini hafifçe kısarak sınıfı taradı. Kimse ona doğru bakmıyordu. Şükürler olsun! Toplum içinde bir şey yaptıktan sonra, çevresine göz gezdirir, öyle rahatlatırdı kendini. Her zaman aynı şey, aynı takıntı… Bütün gözlerin onun üzerinde olduğu hissine kapılmak… O sırada bir kedinin tam karşısında ki masa da sırayı tırmaladığını gördü. Neyin nesiydi böyle ? Gözleri oldukça kalabalık olan sınıfın içinde profesörü aradı, ama yoktu. Daha sonra kedi birden biçim değiştirip profesörün bedenine girince neler olup bittiğinin farkına vardı.Tekrar kendi bedenindeyken dersle ilgili açıklamalarına devam ediyordu. Sil baştan başlıyorlardı yine! Tekrardan kalkıp, bu sefer güçlerini belirteceklerdi. Ardı ardına gelen hepsi birbirinden farklı bir yığın güç. Sonunda sıra yeniden ona gelmişti. Yine aynı his –bu sefer korkusunu bastırmaya çalışarak- ama farklı bir ses tonuyla konuştu. “ Gücüm, görünmezlik. İstem dışı kullanıyorum, yani zor durumlarda kalınca. Ama nadiren gücümü kullanabilmekteyim.” Herkes konuşmasını bitirdikten sonra kadının tahtaya çiziktirdiklerini okudu. Tahta da dersin ödevi yazıyordu. Daha ilk günden ödev, ha? Ne gerek vardı ki önsöze? Profesörün dersin bittiğini belirten son sözleri ve öğrencilerin ayaklanması üzerine yerinden kalktı. Üzerini düzelterek, nereye gideceği hakkında bir düşünceye sahip olmaksızın kalabalığın içine karıştı.
| |
|